9 Mart 2017 Perşembe

Uykusuzluk neden olur? Geç yatan insanlar daha mı zekidirler?

   


   Uykusuzluk… 

Geceleri saatlerce yatakta dönüp sonra tüm gün gözlerini açık tutmaya çalışmak çok gıcık bir şey değil mi? Peki acaba gece bir türlü uyuyamıyor olup, gün içinde gözlerini açık tutamamak bir şeylere işaret ediyor olabilir mi? Şu, "Geç yatan insanlar daha zekiymiş…" geyiği ne kadar doğru?


   Biyolojik olarak uykuya mutlaka ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Yeterince uzun süre uykusuz kalmanın akıl sağlığını kaybetmekten ölüme kadar bir sürü şeye yol açtığını biliyoruz. Fakat niye uykuya ihtiyacımız olduğunu hala bilmiyoruz. Bilim insanları hala niye canlıların uykuya ihtiyaç duyduğunu araştırıyorlar.

   Bilinmeyen ana sebebe rağmen; deneylerle ölçebildiğimiz bilgiler gösteriyor ki, minimum ihtiyaç duyduğumuz uyku günde 6 saat iken, en  sağlıklısı günde 7 ila 8 saat civarı uyumak. Küçük çocuklarda bu 10 saate çıkabiliyorken, yaşlılarda 5-6 saate kadar düşebiliyor. Belki o yüzden dedelerimiz ninelerimiz sabahın köründe kalkmaktan gocunmuyorlar.

   Sirkadiyen ritim diye bir şey var, vücudun günlük ritmi. Kısa bir tanımı şöyle: "Davranışlarda veya fizyolojik süreçlerde günlük gerçekleşen (24 saatlik aralıklarla tekrarlanan) uyku-uyanıklık döngüsü gibi biyolojik değişmeler veya ritimler." Bu ritim sadece uyku döngüsünü tanımlamıyor tabii, sindirim sisteminden, vücut ısısına, hormonlardan nabız hızına vücudumuzun bir gün içinde geçirdiği değişikliklerin tamamından bahsediliyor. Fakat sirkadiyen döngüden bahsederken göz önünde bulundurmamız gereken çok ilginç bir şey daha var; o da, güneşin doğmasına, batmasına bağlı olduğu düşünülen bu döngünün, bazı insanlarda 24 saat yerine 25 saatlik bir döngü olduğunun gözlemlenmiş olması. Yani belki de senin vücudun günler 25 saatmiş gibi davrandığı için her gün bir saat daha geç yatmak, bir saat daha geç kalkmak istiyorsun?

   Hani kalkıp çok farklı bir zaman dilimindeki uzak bir ülkeye seyahat ettiğinde “jet lag” olursun ya... İste “jet lag” in bilimsel açıklaması bu, vücudun geceymiş, artık yatıp uyumak lazımmış gibi davranırken senin uçağın öğlen vaktine inerse, bütün gün, hatta belki bir kaç gün sersem gibi dolaşabilirsin ortalıkta. İyi haber ise, vücut kendisini kısa sürede güneşin hareketine göre tekrar düzenleyebiliyor. En fazla 3 gün içinde “jet lag” den kurtuluyorsun yani.

   Gelelim “Gece geç yatan insanlar daha zeki midir?” sorusuna. Bunu belki Facebook’da paylaştı birileri ya da kısa alıntılar olarak bir yerlerde gördün. İşin aslı, bu mesele ne doğru ne de yanlış. Eğer senin vücut ritmin günleri 25 saat gibi anlıyorsa, beyninin de aktif olduğu saatler diğer insanların aktif saatlerinden farklı olacaktır. Özellikle iş okul gibi, seni her sabah erken kalkmaya zorlayan bir dış etken yoksa ve sen uykun gelince yatıp, uykunu alınca kalkarsan bir kaç gün içinde en aktif olduğun saatler, giderek gece daha geç saatlere doğru kaymaya başlayabilir. Bu yüzden de etrafında gece 11'de gözleri kapanmaya başlayan arkadaşlarına kıyasla, sabah karşı 2'ye doğru sen hala projenin üstünde rahatlıkla çalışıyor olabilirsin.

   Hala incelenen (o yüzden kesindir diyemiyorum) başka bir teori ise şu şekilde; mağaralarda kabileler halinde yaşadığımız dönemlerde, geceleri herkesin aynı anda uyuması güvenli olmadığı için, bazı insanların gece nöbet tutacak şekilde bir uyku ritmi ile evrildiğini düşünen bilim insanları var. Bu hesapta, nüfusun hemen hemen yarısı geceleri aktif olacak şekilde evrilmiş. Ama dediğim gibi, bu teori kesin bir şekilde ispatlanmış değil.

   Vücudun kendi ritminin, duvarda asılı olan saatin gösterdiğinden farklı olması (ki buna da “sosyal jet lag” adı veriliyor), sadece geceleri aktif olduğun anlamına gelmeyebilir. Farklı başka problemlere de sebep olabiliyor bu durum. En belirgini de metabolizmanın düzenini bozduğu için kilo almaya yol açması ve hatta şeker hastalığına sebep olan etken arasında olması.

   Peki bunu düzene sokmanın bir yolu yok mu? Vücut saatin kolundaki saatten farklı olabilir, günleri 25 saat gibi yaşamaya çalışıyor olabilir. Ama daha önce “jet lag” den bahsederken söylediğim gibi, farklı bir zaman dilimine alışmanın bir kaç gün içerisinde mümkün olduğu gibi, sosyal “jet lag” ile başa çıkmak da mümkün. Sadece biraz daha fazla çaba gerektiriyor. Herkesle birlikte aktif kalabilmek için, metabolizmanın düzene oturması için, çok kesin yatma ve kalkma zamanları belirleyip buna uymak gerekiyor.

   Tabi bu demek değil ki herkes aynı anda uyumalı ya da uyanmalı. Şahsen, imkanı olan herkesin zamanı istediği şekilde değerlendirmesinin en verimli sonuçlara yol açacağını düşünüyorum. Ama tabi bunu patrona açıklamaya çalışmak biraz sıkıntılı olabilir.

8 Mart 2017 Çarşamba

Birini hipnotize etmek gerçekten mümkün mü?

   

Hipnotize Olmak Nasıl Mümkün??



   Hipnotize olmanın gerçekten mümkün olduğunu biliyor muydun? Evet,  bilimsel olarak, deneyle ve kanıtla ispatlanan bir şekilde, "Hipnotizma" gerçek.


   Her türlüsü değil tabii, ilüzyonistlerin seyirciyi köpek gibi havlatması ne kadar gerçek belli değil; sigarayı bırakmak, kilo vermek için gidilen hipnotizmacıların etkisi de tartışılır. Ama New York Times'da yayınlanan bir makaleye göre, denekler hipnotize edilip, yazılı olarak onlara gösterilen kelimelerin bilmedikleri bir dilde olduğu söylendiğinde; MRI taramalarında bile gözle görülür şekilde beyinleri, kendilerine gösterilen kelimeleri yabancı dil gibi algılamış ve dil ile ilgili bölge hareketlenmemiş bile.

   Yani bir şey var. Mekaniğini tam olarak anlamasak da trans haline geçişin mümkün olduğunu ve bir şeyleri değiştirdiğini anlıyoruz.

   Hipnotize olma hali tam olarak şöyle tanımlanıyor: “Hayal gücünün aşırı aktif hale geldiği, rahatlama ve telkine açık olma, odaklanarak dış dünyadan uzaklaşma hali.” Bir kitaba ya da filme konsantre olduğunda olduğu gibi…

   Freud demiş ya; id, ego, superego diye, tamam Freud eskidi artık ama bilinç ve bilinçaltı arasında hala fark var. Bilinçli olarak yaptığın hareketlere karar veriyorsun ama bilinçaltın hislerini, duygularını kontrol ediyor. Bu yüzden de eğer hipnotize edildiysen, seni hipnotize eden kişi de bu duygularınla oynuyor zaten. Bilinçaltın, senin hatıralarını attığın yer aynı zamanda. Dolayısıyla hipnotize olmuş bir insan, normalde hatırlayamadığı şeyleri de bazen hatırlayabiliyor. Ya da hipnotize eden kişi manipülatif bir insansa, sahte hatıralar yaratmana da sebep olabiliyor, olmamış şeyleri olmuş gibi hatırlıyorsun.

   Bir iyi haber ise, hipnotize olmuş kişiye istemediği bir şeyi yaptırmak mümkün değil. Trans halindeyken utanç duygusu yok oluyor, ama kendini korumayla ilgili içgüdüler yok olmuyor. Yani arkadaşını hipnotize edip rezil edebilirsin ama; “Hadi camdan atla Pikachu!” dersen, onu yemiyor.

   Hipnoz üç olgunun bir araya gelmesiyle oluşuyor; dikkatinin yoğunlaştırılması, dilin kullanılışı ve görevler. Hipnotize eden kişi önce senin dikkatini bir noktaya odaklayarak dış dünyayla alakanı kesiyor. Kullandıkları dil, seçtikleri kelimelerle de güçlü telkinlerde bulunarak şüpheyi elimine ediyorlar. Son olarak da ufak görevler vererek, testler yaparak seni hipnotize olduğuna inandırıyorlar, böylece daha çok hipnotize oluyorsun. Nasıl? Mesela gözlerin ağırlaşıyor dedikçe, sen “Evet, gözlerim ağırlaşıyor…” diye hissedersen zaten hipnotize olmaya başladığını düşündüğün için, giderek telkinlere daha açık hale geliyorsun.

   Biraz rüya görmek gibi, biraz da uykunda birinin senin kulağına bir şeyler fısıldaması gibi. Nasıl uyku halinde bilinç kapalı, bilinçaltı açık oluyorsa; hipnotizma da öyle. Zaten “Hypnosys” kelimesi Yunanca’da “Uyku” kelimesinden geliyor.

   Hipnotizma için kullanılan başka bir kelime de, “Mesmerizm”; Franz Mesmer diye bir adamın farklı hipnotizma yöntemleri geliştirip “Benimki başka, benimki mesmerizm.” demesiyle ortaya çıkıyor. Yöntemi farklı, ama yaptığı iş aynı.

   Hipnotizma öyle ya da böyle çok eskiden beri kullanılıyor; ama bilinen en eski, isimli ve tarihli kayıt İbn-i Sina'dan. Sonrasında 1800'lerde Alman doktor Mesmer bunu yaygın hale getiriyor. Freud da hipnotizmayı inceliyor ve kullanıyor evet; ama tabii 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra hipnotizma, tıbbi literatürde giderek psikoterapiye evriliyor.

   Bilinen en başarılı hipnotistlerden biri olan, Milton Erickson diye bir adamla ilgili ilginç bir hikaye var. Deniyor ki adam hipnotize etmekte o kadar becerekliymiş ki, kendisine getirilen bir oğlan çocuğunun kafasındaki yarığa anestezi uygulamadan dikiş atmaya başlamadan önce çocuğa, ne yapacağını detaylıca tarif etmeye başlamış; hareketlerle göstererek, nasıl yarayı temizleyeceğini, dikişi nasıl atacağını, nasıl bağlayacağını detaylıca uzun uzun anlatmış. En sonunda huzursuzlanan çocuk, “Tamam anladık, acımayacak, haydi at dikişi artık.” dediğinde Ericson “Dikişin atıldı, bitti bile.” demiş.

   Tabii ne kadar doğru bir hikaye ben bilmiyorum, ama yazılana çizilene bakılırsa gerçek olma ihtimali var; trans hali, hislerin ve duyguların yönlendirilmesi, kontrol edilmesi...
   İnsanın kolayca manipüle  edilebileceğini bilmesi hoş bir duygu değil tabii, ama bir başka iyi haber de hipnotize edilebilmen için aslında buna inanman ve istemen gerekiyor. Ben hipnotize olmam diyen adamı hipnotize etmek de mümkün değil yani.

   Birine bir şey yaptırabilmeyi umarak buraya tıkladıysan da kusura bakma, ama zaten elalemin kafasının içinde ne işin var? Uyuyan arkadaşının elini ılık suya sok bence, o da eğlenceli.

Zeka nasıl ölçülür? Üstün zeka nedir?

  
   

Bir insan hangi noktada dahi sayılır? 

Ortalama zeka nedir? Birileri bunu ölçüyor, ortalık  IQ testi kaynıyor, ama bu testler ne kadar güvenilir?


   TDK, dahiliği; insan zekâsının ve kişiliğinin erişebileceği en yüksek düzey olarak tanımlıyor.
Peki buna kim, nasıl karar veriyor? Kesin sen de IQ testi çözmüşsündür, ya eğlencesine ya da ciddi ciddi…

   IQ testleri, aslında standart bir skala kullanıyor ve 100 puan her zaman ortalama düzey kabul ediliyor. 10 puanlık bi şaşmayla, 90'la 110 arası normal yani. 70 puanın altı, zihinsel engelli kategorisine girerken, 130 puan üzeri dahi kategorisine giriyor. Çan eğrisinin nasıl işlediğini biliyorsun, IQ puanlaması da çan eğrisiyle ölçülüyor.
Mesela bu puanlama sistemine göre Einstein'ın IQ'su 160. Dünya'nın Güneş'in etrafında döndüğü Güneş Sistemi modelini oluşturan Kopernik'in de, Einstein'la aynı: 160. Mozart ve Charles Darwin'in IQ'ları 165. “Düşünüyorum öyleyse varım.” diyen Descartes'in 180. Kopernik'in; Dünya'nın Güneş’in etrafında döndüğü konusunda haklı olduğunu söylediği için, engizisyon mahkemesi tarafından idam edilen Galileo'nun IQ'su 185. Bilgisayara karşı satranç oynayıp kazanan Bobby Fischer'ınki ise 187.

   Ama ilginç bir türük ise, “Flynn Efekti” diye adlandırılan bir şey. 20. yüzyılın başlarından beri IQ puanlarının bir çok ülkede zamanla arttığını fark ediyorlar, bu konu üstünde çalışan adam James R. Flynn. IQ puanları topluca artınca, testlerin puanlamasının da, yine 100 ortalama zekaya denk gelecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Yani IQ testlerini standart halde tutabilmek için de, sürekli genel puanları takip ederek düzenlemek gerekiyor. İncelemeler sonucu anlaşılan da, genel IQ puanları ortalama 10 yılda bir 3 puan artıyor. Bu hesapta biz dedelerimizden, anne babamızdan birazcık daha zeki oluyoruz.

   Yalnız şu herkesin çözüp de kendisinin dahi olduğunu öğrendiği online testlere de itibar etmemek lazım. Hepimiz dahi olamayız. Gerçek bir IQ testi, zaten öyle 10-20 soruluk bir test olmuyor. Mesela “Stanford-Binet Intelligence Scales” ya da “Wechsler Adult Intelligence Scale (WAIS-IV)” gerçekten IQ'yu ölçtüğü kabul edilen tesler ve yüzlerce sorudan oluşuyorlar. Testi tamamlamak bir, bir buçuk saate kadar sürebiliyor.

   Başka bir mesele de görecelilik. Genel bir IQ testinde, sorulardan bazılarının birilerine kolay, birilerine zor gelmesi kaçınılmaz, üstelik de bu birinin diğerinden daha zeki olduğu anlamına da gelmeyebilir. İşin içine eğitim, yatkınlık, pratik, bilgi gibi etkenler giriyor çünkü. Sonuçta IQ testlerinin amacı senin bilgini ölçmek değil, öğrenebilme becerini ölçmek.

   IQ tesleri kişinin problem çözme becerisini ve konseptleri anlayabilme kabiliyetini ölçecek şekilde dizayn ediliyor. Konseptler arasındaki ilişkileri ne kadar algılayabiliyorsun, bilgiyi nasıl depolayıp kullanıma sokuyorsun; bunları ölçmeye çalışıyor. Yoksa yeni şeyler öğrenmek, otomatik olarak IQ'yu yükseltmiyor.

   Peki bir insanın IQ'sunu yükseltmesi mümkün mü? Araştırmalar gösteriyor ki erken yaşlarda, daha sağlıklı ve dengeli beslenen bebeklerin, okul öncesi yaşta kaliteli eğitim gören çocukların bir nebze daha yüksek zeka gelişimine sahip olduklarına dair kanıtlar var. Fakat bunlara rağmen, dahi bir bireyin IQ'sunu, kalıcı olarak yükseltmek mümkün değil gibi görünüyor.

   Tabii ki yeni bir şeyler öğrenmek, bulmaca çözmek, beyin egzersizleri yapmak zihinsel kabiliyeti bir nebze geliştiriyor ve dinç tutuyor, ama bu gelişimin bile, IQ puanlarına gözle görülür bir etkisi olmuyor. Yani IQ puanın neyse, ömür boyu muhtemelen aynı düzeyde seyrediyor.
Yüksek IQ, illaki hayatta başarılı olacaksın anlamına da gelmiyor. Yüksek IQ ile okul ya da iş hayatında başarı arasında küçük bir ilişki var, ama çok büyük oranda da yüksek IQ'ya sahip bir insan başarısız olabiliyor.
Çokça bahsedilen bir nokta, IQ testlerinin; yaratıcılık, sosyal beceri, içgüdü, edinilmiş kabiliyetler ve daha bir sürü şeyi ölçmüyor olması. Sonuçta hayatta ihtiyacımız olan çok fazla beceri var, insanlar çok komplike hayvanlar.

   Nikola Tesla ya da Van Gogh'un da kendi alanlarında dahiler olduklarını herhalde rahatça söyleyebiliriz. Adamların yaşadığı hayata bakınca,  insan şunu düşünüyor; “acaba daha ne dahiler kaybettik, işleri elinden alınan, açlık ve sefalet içinde ölen, çalışmaları yok olan, yok edilen…”

Demek ki yüksek IQ çok şeyin başlangıcı olabiliyor, ama IQ dışında da üzerine düşünülmesi gereken  bir sürü şey var.